Rüyama gidiyorum...
Araya pandemi de girince motorsiklerime 2 yıl sonra
kavuşabilmek için, Rusya vizesi alıp, uçakla Moskova’ya
gittim. Motosikleti, Türkiye’ye uçmadan Taras’ın
tamirhanesinde bırakmıştım. Dönünce motosikletimin
bakımlarını, Taras’ın da yardımlarıyla yapıp, geri aldım
ve ücretini sorduğumda Taras para istemedi. Bu beni
çok duygulandırmıştı. Daha önce hiç tanımadığım
insanlardan beklemediğim iyilikler görüyordum. Sonra
Taras’la beraber motosikleti karayolundan Novosibirsk’e
göndermek için ambara gittik. Motosikleti Novosibirsk’de
teslim alacağım Micha’yı da Dimitri sayesinde tanıdım.
Dİmitri, eski arkadaşımdı ama Micha’yı da daha önce
hiç görmemiştim ve insanlar bana için hiçbir karşılık
beklemeden yardım ediyorlardı. Sanırım yolda olmanın
büyüsü bu olsa gerek.
Motoru teslim alınca hemen kasasından çıkarttık ve Micha
ile beraber yola hazır hale getirdik. Ne de olsa yarın yola
reva olacaktım. Artık motosikletimle yeni coğrafyalar
keşfedip, hayatıma yeni hikayeler katma zamanıydı.
Aslında her bir şehirde derin hikayelerim ve anılarım var,
ancak hepsini yazmak mümkün değil.
Acinsk Kansk ve Usolye... Her bir şehirde tanıştığım
birbirinden iyi kalpli insanlar. İrkutska yaklaşırken
bir mesaj ve yazan Alena adında bir kadın. Tanışmak
istediğini söylüyordu. İngilizce’sinin olmadığını, Alex’in
benimle iletişime geçeceğini yazıyordu ve ben bu arada
telefon numaramın nasıl bir hızla Rusya’nın tahmin bile
edemeyeceğim yerlerinde ki insanlara ulaşmış olduğuna
şaşırıyordum. Alex’le yazışıp, akşamına onlarla buluştum.
Harika ev sahiplikleri için minnettarım. Bir haftanın
sonunda kalbimin bir kısmını orada bırakıp, ayrıldım...
Hedef Mogoça!
Bir yandan yol alırken bir yandan da Dimitri ile
Magadan’a beraber sürebileceğimiz birileri var mıdır
acaba diye bakınıyorduk. Çünkü Magadan fikrimi ona
söylediğimde çok endişelenmişti ve bana gitmemem için
söyleyebileceği herseyi söyledi (yağmur, ayı, sel, yangın
v.s.) ve ben “cehalet mutluluktur” lafının ne kadar doğru
olduğunu Magadan’a 3.000 km’e kala anladım.
Yağmurla başlayan gün yaklaşık 550km devam etti.
Tinda’ya yaklaşık 100 km kala durdu. Yolların neredeyse
tamamında yapım çalışması olduğu için kum çakıl mıcır
ne ararsanız vardı. Tinda ya ulaştığımızda aklımda ki
tek şey buralar böyleyse hep bahsedilen “son 2000km
asfalt yok”lafıydı. Bu asfaltlı halimiydi? Tinda gezginler
için çok önemli noktalardan biri, çünkü Bam rotasının
bitişi,bir anlamda Magadan rotasının başlangıcıdır. Şayet
Tayşet’ten yukarı çıkarsanız Baykal Gölü’nün kuzeyinden
sürmüş olursunuz ki bı da sizi Tinda’ya çıkartır. Ama nasıl
çıkarsınız bilemedim :) çünkü Bam rotası çok zorlu ve bazı
yerlerde gerçekten yol yok.
Aldan’a doğru yol alırken de Yakutistan’a giderken de
aklımda hep aynı soru “neden bitmiyo bu yol çalışmaları”
Feribot a binip Lena nehrini geçerken Yakutistan da
olmanın heyecanı vardı üstümüzde. Çünkü orada bizi
sabırsızlıkla bekleyen Yakutistan Motosiklet kulübü
üyeleri vardı. Yine enfes dostluklar ve paha biçilmez
anılar toplayıp devam ettik yola...
Hedef Handiga... aynı gün iki nehir geçtik feribotla ve
yeryer tekerin yarısına kadar gelen mıcır sebebiyle yol
almak o kadar zordu ki Handiga’ya yaklaşık 40km kala
feribottan indiğimiz yerde kamp yapmaya karar verdik
çünkü hava epeyce kararmıştı. Sabah Üst Nera’ya gitmek
üzere çıktık. Birkaç km sonra Vlad ın motoru arızalandı.
Bana yola devam edip Handiga girişinde onları beklememi
söylediler. Kasabanın girişinde onları beklerken Alex geldi
ve geri dönmemiz gerektiğini, motoru yapamadıklarını ve
belki orada kamp yapmamız getekebileceğini söyledi. Ne
olduysa ondan sonra oldu zaten :) 5-6 km gitmemiştim
bile ve kendimi yerde buldum, mıcıra kapışmıştım belli ki.
Alex in söylediğine göre motorun üstünden uçmuştum,
motor da benim üzerimden uçmuş. Şiddetli bir baş ağrısı
ve miğde bulantısı yaşıyordum. Alex’in yaşadığı dehşet
gözlerinden okunuyordu. Bense sadece yaşadığım
korkuya ve canımın acısına odaklanmıştım. Vlad nerede
diye sorduğumda Alex’in gözünde ki dehşetin sebebini
anlamıştım “biz Vlad’ın yanına gidiyoduk” dedi anladım
ki fiziksel acılarımın üzerine ufak çaplı bir de hafıza kaybı
eklenmişti. Alex benim iyi olduğumdan emin olduktan
sonra Vlad’a haber vermeye gitti ve geri geldi Vlad da
peşinden, tamir edebilmişti motorunu. Ama geldiğinde
yüzünde ki o korku ve üzüntüyü gördüm. Kasabaya
döndük hep beraber. Motorum yürüyordu ama gidonda
sıkıntı vardı biraz camım ve gps in de kırılmıştı. Miğdem
ve başımgittikçe kötüleşiyordu. Bedensel ve ruhsal
sağlığım sürüşe elverecek gibi değildi. Evime dönmek
istiyordum. Kadaba da bir kafe bulduk ve orada otururken
konaklayacak yer de bulduk. Vlad ve Alex Yakutistan’da
tanıştığımız arkadaşlarımızı aradılar. Ben dönmeye karar
verdiğim için beni ve motoru Yakutistan’a geri götürecek
araç ayarlamaya çalışıyorlardı. Tabi bütün bunlar
ayarlanırken dünya yıkılmış altında birtek ben kalmışım
gibi hissediyordum.
Geri dönüşüm için herşey ayarlanmıştı. Bir kaç saat içinde
iki gün sonrası için beni geri götürecek araç hazırdı.
Konaklayacağımız yere gittiğimizde Alex ve Vlad’ayola
devam etmelerini söyledim. Ama benim iyi olduğumu
görmeden gitmek istemediler. Ertesi gün daha iyiydim
ve kararımdan ufak ıfak pişman olmaya başlamıştım.
Çünkü bu yolu bitirmeyi gerçekten çok istiyodum.
Ailemle uzunca telefon konuşmaları yaptıktan sonra
Vlad ve Alex’e devam etmek istediğimi söyledim. Onlar
da çok heyecanlandılar ve “neden dönmek istedin ki kaza
bu olabilir, yol bu normal biz de yapabilirdik” dediler.
Abimler ise “hedefine 1500 km kalmış motorun yürüyosa
sen de kırık çıkık yoksa devam et yoksa hayatının sonuna
kadar pişman olursun” dediler. O akşam kadehler yol
arkadaşlığına ve Kolyma Highway’e kalktı. Hepsinden
aldığım inanılmaz destekle devam ettim.
Handiga dan ayrılıp Üst Nera’ya doğru yola çıktık.
Yaklaşık 600km lik bir yolculuk planlamıştık. Ama yol o
kadar zorluydu ki ancak 300km kadar gidebilip Tomtor
yol ayrımında bulunan Kolyma Highway’in meşhur
Cuba kafesine ve benzinliğine ulaştık. Kafe de oturmuş
laflarken madem burdayız neden Old Summer Road
a girmiyoruz dedik. O yolun sonu da -71.2 santigrat
dereceyle dünyanın kayıtlı en soğuk yerleşim yeri olarak
guinness rekorlar kitabına giren Oymyakon’a varıyordu.
Old Summer Road’a girdiğimizde vakit epey geç olmuştu.
20-25 km ilerledikten sonra kamp yapmaya karar verdik.
Yol üzerinde çok terk edilmiş kulübe-ev arası yapılar
vardı, biz de bir tanesine girip geceyi orada geçirmeye
karar verdik. Sivrisineklerin izin verdiği kadar yemek yiyip
erkenden uyuduk.
Ertesi gün hedef Oymyakon du. 80-100 km lik hiçliğin
içinde köy yolu gibi gözüken nispeten daha düzgün bir
yoldan Tomtor a ulaştık. Hedefe 40 km kalmıştı. Benzin
alıp yola devam ettik ama gidebilmek be mümkün.
Kasabadan çıktıktan birkaç km sonra yollara öyle bir
mıcır dökmüşlerdi ki defalarca motorları devirdik, 100mt
bile gidemedik. Ben pes ettim ve geri dönüyorum dedim.
Tomtor da küçük bir bakkal görmüştüm orada onları
bekleyeceğimi söyledim. Yaklaşık yarım saat sonra
onlarda geldiler, sürememişlerdi. Bakkaldan bişeyler
alıp geri dönmekti niyetimiz ama bakkalın sahibi Larissa
teyze bizi bırakmadı ve karnımızı doyurdu. Tomtor ufak
bir müzesi bir okulu ve bakkalı olan küçücük mütevazi
ama yalnız bir kasabaydı. Müze ziyaretinden sonra
kamp yaptığımız kulübelere geri döndük. Hepimizde
Oymyakon’a varamamanın verdiği üzüntü vardı.
Ertesi sabah yaklaşık 600 km’lik enfes manzaralı dehşet
bozuk bir yoldan sonra Üst Nera’ya vardık. O kadar
yorulmuştuk ki erkenden uyuyakaldık. Sabah çantaları
toparlarken yan çanta demirimin kırıldığını farkettim.
Vlad’a söylerken o da motorun kafa kısmında biyerin
kırıldığını söyledi ve kaynakçı aramaya başladık, bulduk
da. Tabii bu iş bize epey vakit kaybettirdi. Motorları tamir
ettikten sonra Susuman’a doğru yola koyulduk. Orada
bizi Vlad ın elektrik santralinde çalışan arkadaşı karşıladı.
Hava gittikçe soğuyor ve zaman zaman da yağmur
yağıyordu. O gece santralin misafirhanesinde konakladık.
Magadan a artık çok az kalmıştı.
Sabah uyandığımda o kadar heyecanlıydım ki. Yaklaşık
650km sonra Magadan’a varacak olmak içimde tarifsiz
duygular yaşamama sebep oluyordu. Çok soğuk ve
yağmurlu bir gündü, yola koyulduk ama yağan yağmur
şikayet ettiğim mıcırları kaybetmiş, alttan inanılmaz bir
çamur çıkartmıştı. Yanımdan her araç geçtğinde vizörüm
çamur içinde kalıyor ve asla hiçbir şey göremiyordum, pes
ettim ve vizörü kapamadan devam ettim yola. Yol asla
bitmeyecek gibi geliyordu. Sürekli kayıyordum lastiklerim
artık o kadar yıpranmıştı ki yol tutuşu çok zayıflamıştı.
İşte orada doğayla mücadele edilemeyeceğini bir kere
daha anladım. Akşam 9 civarı yol lenarında küçük
bir kafe bulduk ve sıcak bişeyler içip konaklayacak
biryerler sormaya başladık ama yoktu. Çadır da kurmak
imkansızdı çünkü yerel halk bizi ayılılar konusunda
ciddi uyarmıştı, cesaret edemedik çadır kurmaya ve
mecburen devam etmeye karar verdik. O sırada kafe ye
bir adam geldi Dimon. Sohbet etmeye başladılar. Sonra
bizim fotoğraflarımızı çekti sağolsun çünkü biz yolun
stresinden tek kare fotoğraf çekememiştik, hatta kask
kameram çamurdan gözükmüyordu bile. Onun sayesinde
bir kaç kare fotoğrafımız var o günden. Magadan yolunun
son 150 km kadarının asfalt olduğunu biliyodum ama
daha yaklaşık 50km kadar daha böyle devam edicekti.
Hava kararmıştı neredeyse Dimon bize asfalta kadar
eşlik etmeyi teklif etti sağolsun. Biz önde o arkamızda
arabasının uzun farlarını açarak bize ışık yaptı. Asfalta
çıktığımızda hepimiz yerde asfaltı öpüyorduk. Dimon
aracından çıkarttığı suyla vizörlerimizi ve farlarımızı
yıkadı. O kadar yorgunduk ki konaklayacak biryer
aramaya başladık ama heryer doluydu, ve Magadan’a
kadar sürmeye karar verdik. O son 50-60 km sanki yıllar
sürdü. Magadan’a girdiğimizde gece saat 2 olmuştu.
Öncesinde bir emlakçıyla konuşmuştuk ve bir ev
bulmuştuk ama bizi ertesi gün beklemelerine rağmen
gece olduğumuz yere gelip bize anahtar getirdiler ve
yataklarımıza gitebilmemiz sabah 4 ü buldu.
Sabah uyandığımda Magadan da olduğuma
inanamıyordum. Hızlıca bir kahve içip Magadan
tabelasının önünde fotoğraf çekmeye gittik ve ben
orada gözyaşlarımı tutamadım. Varmıştım hedefime
başarmıştım limitimdi bunu da yapmıştım ve bu
gözyaşlarım haklı gururumun gözyaşlarıydı.
Ve geri dönme zamanı; motoru uçak kargo yapıp
Moskova’ya gönderdim. Orada tekrar bakımlarını
yaptırıp Ukrayna’ya geçtim ve Odessa’dan feribotla
yurda döndüm.
Ah Magadan...
Günlerce kaldım orada, herbir köşesini gezdim. Küçücük
bir şehir, şehir bile değil bence kasaba. O kadar ülke,
sayısız şehir gezdim ama hiçbiri beni Magadan kadar
etkilemedi. Oradan ayrılmak sevgiliden ayrılmak
kadar acı verici oldu. Nedense hiç dönmek istemedim.
Havaalanına giderken ve hatta uçakta bile gözyaşlarım
durmadı. Uçağın camından aşağıya, şehire bakamadım
başımı çevirdim. Alex “bakmalısın, aklına kazımalısın
her ayrıntısını” dedi ama çok acıyodu içim Ağlaya ağlaya
ayrıldık sevdiceğim Magadanımla
Ve bu seyahatim geçmişim annem,
geleceğim kızım için..